Özyeğin Üniversitesi, Çekmeköy Kampüsü Nişantepe Mahallesi Orman Sokak 34794 Çekmeköy İstanbul

Telefon : +90 (216) 564 90 00

Fax : +90 (216) 564 99 99

info@ozyegin.edu.tr

Nis 21, 2025

"Dayanıklı bir gelecek 'yer'den; coğrafya, kültür ve kimlikten bağımsız düşünülemez."

Güliz Özorhon, Doç. Dr. Özyeğin Üniversitesi, Mimarlık ve Tasarım Fakültesi, Mimarlık Bölümü

Son yıllarda yaşadığımız krizler toplumların dayanıklılık mekanizmalarını sınarken, yaşam çevrelerimizin ne denli kırılgan olduğunu gözler önüne serdi. Pandemi, küresel sağlık sistemlerini zorlayarak bireyleri sosyal mesafe ve karantina uygulamalarına yönlendirdi; ekonomik ve psikolojik dengeleri sarstı. Depremler, fiziksel yapıları ve insan yaşamını tehdit etmeye devam ederken; seller, iklim değişikliğinin etkisiyle daha sık görülüyor ve yerleşim alanlarını tahrip ediyor. Tüm bu krizler yaşam alanlarının dayanıklılığın artırılmasına yönelik yaklaşımların geliştirilmesi gerektiğini gösteriyor.

Peki, gerçekten dayanıklı yaşam çevreleri nasıl inşa edilir? Bu sorunun yanıtı, kendi kendini idare edebilen, katılımcılığı teşvik eden ve bilgi paylaşımına dayalı stratejiler yaratmakta yatıyor. Adaptasyon, esneklik, iyileşme, iş birliği, çeşitlilik, sürdürülebilirlik ve doğal kaynak kullanımı gibi unsurlar dayanıklı geleceğin anahtarlarını oluşturuyor. Araştırmalar küresel çevresel zorluklarla başa çıkmak için geleneksel ekolojik bilginin kritik bir rol oynadığının altını çiziyor. Bu da, dayanıklılığı artırmaya yönelik stratejilerin geliştirilmesi ile yerel özelliklerin derinlemesine anlaşılmasının arasında güçlü bir bağ olduğuna işaret ediyor. Çünkü tıpkı değerler gibi zaaflar da "yer"e özgü, "yer"e özel.

O halde yerelin, yerel mimarlığın bilgeliğinde, çağımızın karmaşık sorunlarıyla ve değişim talepleriyle başa çıkmanın yolları ve yapılı çevrenin geleceği için sürdürülebilir ve dayanıklı yaklaşımlar geliştirebilmenin temeli bulunabilir mi?

Pandemi sürecinde, geleneksel mimari örneklerinin nefes alan yapılarını, avlularını, hayatlarını hatırladık. Deprem sonrası yerel yerleşimlerin yer seçimleri, yapısal özellikleri ve malzeme kullanımları, seller ve topografya ile kurduğu ilişkiler yeniden gündeme geldi ve düşünmeye başladık. Bu çevrelerde suyun akışına göre şekillenen sokaklar bir nevi doğanın akışına ve sürekliliğine imkân verirler. Yapılar iklime ve güneşe göre yönlenir, bulunduğu yerin mevsimsel özelliklerine göre biçimlenirler. Doğal ve geri dönüşebilir malzeme ile biçimlenen yapı kabuğu, temiz havanın ve gün ışığının mekâna ve yaşama katılımını kontrol eder. Ve en önemlisi de mekânsal örgütlenmenin merkezinde yaşam ve ölçek yer alır.

Bektaş’ın (1) deyişiyle “yaşama koşut gelişen” bu mekân kültürü geleceğin dayanıklı yaşam çevreleri için bize rehberlik edebilir. Yerel mimarlıkta zaman herkes ve her şey ile aynı mesafededir.

Mevsimlerce ve yıllarca insan ile yapı birliktedir; birlikte yaşarlar, birlikte büyürler ve birlikte değişirler. İnsan yaşamı nerede yapıya karışır, yapı nerede canlanır bilinmez. Ama yapılar da tıpkı insanlar gibi nefes alır verirler: “Benim yaptığım evler nefes alıp verdiği için çürümezler.” (2) der yapı ustası. Yerel yapı teknikleri tarih boyunca sömürgecilik, kitlesel göçler, kıtlıklar, savaşlar ve küresel ısınma gibi türlü zorluklara rağmen varlığını sürdürmüştür. Yerel yerleşimler doğaya, insan ölçeğine ve toplumsal değerlere saygılı yaklaşımlarıyla öne çıkarlar ve uzun yıllar içinde evrilen, doğal koşullara mükemmel şekilde uyarlanmış yapı teknikleri sunarlar (3). Nesilden nesile aktanlan, insanı ve doğayı merkeze alan yerel bilgi birikimi, günümüz ve geleceğimiz için bir rehber olabilir.

Ancak burada önemli bir ayrım yapmak gerekiyor: Bu rehber yerel mimarlığın varoluşsal özelliklerinin derin bir kavrayışından beslenmeli ve yerel mimarlıkla ilişkilenme çabası, biçimsel bir öykünme, aktarım veya tekrar ile karıştırılmamalı. Mimarlığı ve mekan kültürünü ortaya çıkaran ve ilk anda görünmeyen ilişkileri ve nedensellikleri anlamaya çalışmak; bu birikimi güncel dinamiklerle ilişkilendirmektir kastedilen. Bu, nostaljik bir bakış değil; akılcı ve zamansız bir yaklaşım olarak okunmalı. Üstelik yerelin sözü, akademik ve pratik mimarlık ortamında her zaman olduğu gibi bugün de güncel.

Dünyanın dört bir yanında araştırmacılar ve mimarlar yerel ve geleneksel mimarlık öğretilerini, güncel pratikler, çağdaş bilgi ve teknoloji ile bütünleştirerek tasarım stratejileri geliştiriyor. “Vernacular Architecture in the 21st Century Theory, Education and Practice” adlı kitabın editörlerinden Vellinga (4) yerel bilginin, modern bilgiyle bütünleştirildiği bir mimari bakış açısına duyulan ihtiyacı vurgularken; Danimarkalı mimarlık ofisi BIG’in kurucusu mimar Bjarke Ingels yerel bilgiyi günümüz mimarlık pratiğinde yeniden yorumlamaya işaret etmiş ve "Vernacular 2.0" kavramını ortaya atmıştır (5). 2022 Pritzker Ödülü sahibi D. Francis Kéré de yerel mimarlığın bilgeliğini tasarım anlayışına yansıttığını belirtmiştir (6). Bu yaklaşım güncel olarak, UIA’nın iklim değişikliğine uyum sağlamada sürdürülebilir yaklaşımlarda kültür ve bağlamın rolünü vurgulayan “Wisdom of Tradition” (Geleneğin Bilgeliği) girişiminde görülebilir. UIA bu girişim ile geleneksel bilgi ve uygulamaların çağdaş bir bağlamda nasıl yeniden kullanılacağını araştıran projeler için uluslararası bir çağrı yapmış, nostalji ve taklitten kaçınırken geleneklerin içsel bilgeliğini ve çağdaş sürdürülebilir çözümlere ilham verme potansiyellerini öne çıkarmayı amaçlamıştır (7). Uluslararası Mimarlar Birliğinin 2024’teki bu aksiyonu, konunun güncel değerinin ve öneminin altını çizmektedir. Yerel mimarlık doğadandır, doğaldır, “oralı”dır. Toprak, güneş, yağmur, rüzgar, ağaç ve insan ya da hepsidir: Yani “yeri”dir; yanı başımızdaki öğretmen ve kaynaktır.

Yerel mimarlığı anlamak, geçmiş ile şimdiki zaman arasındaki sürekliliğin ilk adımıdır ve bu anlayış doğrultusunda geleceğe yönelik bilinçli müdahaleler şekillendirilebilir. Kentleri planlarken doğayı merkeze almak, yaşam alanlarının ekolojik etkisini en aza indirmek büyük önem taşımaktadır. Öte yandan iklim krizi, küresel ısınma ve kıtlık gibi sorunlar giderek artarken, yaşam alışkanlıklarımızı sorgulamadan bu sorunlara gerçek çözümler üretmenin mümkün olmadığı da açıktır. En küçük ölçekten en büyüğüne (ev, sokak, kent) mimari tasarımda ve planlamada, doğayı ve insanı merkeze alan bir anlayışla, bilimin rehberliğinde stratejiler geliştirmek dayanıklı geleceğe kapı açabilir.